Pek çok şey yaşadık bugüne dek. Kimi derin izler bıraktı,
kimi sıyırdı geçti, kiminin de yarası çoktan kapandı unutuldu. İyi günlerimiz
de oldu iz bırakan, etkileyici sahneleri olan ya da hayal meyal hatırladığımız
günler. İnsan geçmişin izlerini ve geleceğin endişelerini sırtlandığında
kamburu dolar, sinüsleri dolar, damarları daralır, göğüs kafesi daralır, boğazı
sıkılır, başı tutar… Bilinmez çare bulunmaz gözüken rahatsızlıklar meydana
gelir. Hep bir sebep var yaşananlarda fakat sebebin üstünde de bir başlık var,
kocaman yazıyor ama göremiyoruz; öğrenilecek dersler var hayatta.
Sadece evlenmiş, işini ve yaşam koşullarını sağlamış olmakla
hayat öğrenilmiş, tamamlanmış olmaz ki. Hayat doğumdan ölüm anına kadar
öğretilerle doludur. Hatta ilk tohumdan öldükten sonraya dek desek daha doğru
olur.
Bazı sohbetlerde insanların olayları aktarırken iki şekilde tepki
verdiğine tanık oluyorum. Ya EGO devreye giriyor ve olayın ön plana
çıkartılacak, durumun şans ve şansızlık bölümleri anlatılıyor ya da sindirimi
tamamlanmamış, bastırılmış, netleştirilememiş bilgilerle bölük pörçük aktarılıyor
– ki ikisi de doğru yada yanlış denecek şeyler değil. İyi bir olaysa kahkahayla,
güler yüzle, güçlü bir ses tonuyla, önemli noktaların detayları anlatıldığı, kötü
bir konuysa kesik cümlelerle, mırıltılı veya kısık bir ses tonuyla, çoğunlukla
el kol bakış beden duruşu değişimleriyle, sonuç odaklı bir anlatım gözledim.
Farkında mısınız, ikisi de terazinin dengesini bozuyor. Hayatın getirdiklerini
iyi ya da kötü diye belirlemek oldukça zor benim için. Çünkü insanın hayatta
her yaşadığı bir sonraki adımda olacakların habercisi, ders çıkartması için
pratiği, öğrenmediyse tekrarı, fazlasını alabilecek kadar iddalıysa fazlasını,
azıyla yetineceğim değişmeyeceğim diyene değişime zorlayacak fırsatları… yani
ne dersek diyelim bir başkası gelmeye devam edecek. İsyan edip, ben bunu mu hak
ediyorum diye sorup, değişime kapanıp ve en kötüsü tembellik edip çözümden
kaçarsak ani bir durum yaşandığında panik ve travma dolu sahneler yaşamak
kaçınılmaz olur.
Önemli olan neyin sizi huzursuz yaptığını bilmektir. İçinizi
yiyip bitiren birden fazla konu varsa hepsini birden düşünerek nereye varmaya
çalışıyorsunuz, Nirvana mı? İnsan en sağlıklı “bir ana başlık” düşünebilir.
Bilim insanları beyni bölebilmek farklı açıları aynı anda yakalayabilmek gibi
yeteneklerimiz olduğunu söylese de hangimiz bu pratiğe sahibiz? Bir ana başlık,
kök sebep, kök inanç, yanlış kaydedilmiş bir kavram ve daha niceleri pek
çoğumuzun adrenalin salgılayarak çaresiz hissetmesine sebep olur. Seviyeler
herkesin farklıdır, bu nedenle panik atak kapsamındaki tipleri ayırmak oldukça
güç bir iş.
Panik atak yaşayan insanların neredeyse tamamı duygularını
bastırmak ve susmaktan bu hale gelir. Bir yerlerde sakladığı, ufacık bir sır, rahatsız
hissettiği bir his, büyük bir sorumluluk, başka insanlar tarafından bastırılma,
aşırı yoğun ve dinlenmeyen beden… tek tek sebeplerini saymakla bitmeyecek pek
çok duygusal baskı ve iletişim özgürlüğü sorunu. Zannedildiği gibi her çocuk
meraklı değildir, her çocuk kavramları öğrenirken özgürce “bu nedir?” diye
soramaz, çoğu zaman şansı bile olmaz farklı kaynaklardan araştırmaya. Elbette
bu bir tercih diyebilirsiniz, merak etmek içgüdüsünü doyuracak fırsatı olan
insan zaten ileriki yaşlarına geldikçe kişisel gelişiminin seyrinde olur. Merak
etse de “çocuksun bilmezsin” ve türevi sözlerle susturulan, özel yetenekleri
keşfedilse bile bilinçsiz anne baba tarafından bastırılan, iletişim özgürlüğü
ortamının olmadığı durumlarda çocuk kavramları doğru kaydedemez ve ileri yaşlarda özellikle hormon ve koşullar deprem yaşadığında çaresizlik paniğine
düşer, çünkü bilmiyordur. Bilse bile atak halindeki zihin insanı çaresizliğe
sürüklemeye ve kendini zehirlemeye devam eder.
Neden nasıl sahip olduğunuzu bilmediğiniz bu amansız ve bir
o kadar atlatılması çok kolay mesele, yani Panik Atak; adrenalin seviyenizin
çok yükselmesi ve zihnin neo korteks adını verdiğimiz karar veren düşünen
bölümünün sistemi kapatması üzerine kuruludur. Hayati koşullar telaş ve stres altındadır.
Gözler net görmez, kulaklar duymaz, tükürük üretemez, nefes alamaz, ağrılar ve
omuzların kasılmasından beden küçülür ve dik duramaz, eller titrer, soğuk
terler atılır, mide sıkılır… öğürme isteği, öksürük ve nefessiz konuşma halini
özellikle çok sık gözlemledim. Göz bebekleri küçülür ve göz kapakları yuvalara
çekilir. Okurken her hangi bir kelime size “ay aynen böyle oluyor”
dedirtiyorsa, panik atak tiplerinden biri olabilirsiniz demektir, bir iki taneden fazla
ise seviyeniz orta ve üst düzey olabilir.
Neyi değiştirebilir insan? Huzurunu bozan konu haksızlık,
adaletsizlik, çirkinlik, pislik, aşağılık olabilir. Geri dönüp yaşanan zamana
çözüm üretmek fantastik bir film gibi, peki ya bilinçaltı kodlamaları?
İstediğiniz kadar kendinizi kandırın, yaşanan yaşanır, olan olur, olmuşla
ölmüşe hayatta çare yoktur. Nitekim, çözüm vardır. Yaşanan her neyse etkileri
için çözüm üretebilirsiniz. Derdiniz neyse söyleyin yeter ki, içinizde tutmak ve
yutmak aklınızdakileri sinidirim sisteminizi, direkt olarak hormonlarınızı ve
düşüncelerinizi etkiler. Susmayın, tutmayın, yutmayın!
Dağa taşa bağırın, denize bağırın, kağıda yazın ya da
muhatabı kimse ona söyleyin, sanat icra edin, spor ya da yürüyüş yapın...
.
.
.
Hadi Gökçe çok konuştun, atak geldiğinde ne yapacağım, nasıl
çözeceğim o halimi?
İlk Telkin: NEFES AL!
Burnundan derin bir nefes al, sakince ağzından üfleyerek
ver. Nefesini verirken nazik ol.
İkinci Telkin: GÜVENDESİN!
Her nerede nasıl denk gelirsen atağa fark etmez, bedeninin
içindesin, güvendesin.
Dışarısının ne halde olduğunun bir önemi yok.
Üçüncü Telkin: KONUYU DÜŞÜNMEYİ DURDUR!
Aklına gelen binlerce şey o anda zehirli sarmaşık gibidir. Dikkate
almamak daha zordur. Bir de onun stresi üstüne biner. Her ne yapıyorsan
elindeki işi bırak. Bir yere otur ve içinden tek bir kelimeye odaklan, bu
kelimeyi kendin belirlemelisin. Sana huzur veren ve iyi gelen bir kelime olmalı.
Nefes, sevgi, şifa, huzur, mavi, yeşil, güven, gökyüzü, bulut, yıldız, güneş,
ay, rakamlardan her hangi biri, sevdiğiniz bir film karakterinin adı… aklınıza
ilk gelen ve sizi güzel bir sahneye götürecek herhangi bir kelime olabilir.
.
.
.
Bu üç adım sonunda hala sakin değilseniz, endişe ve korku
hissediyorsanız, uzman yardımı almanızı önermek durumundayım. Çünkü kişi kendine
bakamadığı noktada, konunun uzmanına elbet bir gün danışmak zorunda kalır. Önceliğim
herkesin kendine iyi bakabilmesi olduğu için; sakin olun, kendinize güvenin,
siz neleri başardığınızı sadece unutuyorsunuz. Eminim rahatsızlık veren her
neyse, kendinize yapacağınız ufacık bir dokunuşla kendini yenileyecek ve
iyileştirecektir.
Tatlı bir öneri daha; Frozen (Animasyon Film) Film Müzikleri, Let it go! dinleyiniz efenim.
gke.
Yorumlar
Yorum Gönder