Sistem hormonlarımız üzerinde kimyasal çalışmalar yapmaktadır. Bu
inkar edilemez ve çok rahat test edilip onaylanabilen bir gerçektir. Tüketilen
tüm ürünler; “Daha çok isteme”, “dopamin salgılatma”, “uyku düzenleme”, “enerji
verme”, “sakinleştirici etkili”, “mutluluk veren”… Daha çok örnek verilebilir,
nöropazarlama çalışmalarıyla dünyamıza dahil oluyor, hormonlarımızı aktif hale
getirip, duygularımızla açıkça oynuyor. Peki, ne kadar kendimizi koruyabiliriz?
Paralı tüketimi tamamen bırakmak mümkün mü?
Paralı tüketimi durdurmamız elbette mümkün, neden olmasın? Önemli
konu, kaldırabilir misin? Paralı tüketimi bırakmak demek, yeme içme ve korunma
temelinde ihtiyaçlara hiçbir ücret ödemeden sahip olmakla başlamaz mı? İmkanı
olanlar yapmıyor mu? Perma-kültür nedir? Kendi enerjini üretmek, yakıtını
sağlamak nedir? İnsanlar dünyada bu şekilde yaşıyor, Tibet rahipleri de bir
nebze dünyevi tüketimden uzak yaşıyor. Demek ki gerçekleşmesi mümkün.
Her şeyde olduğu gibi mikro bedenlerimizle makro dünyayla dengede
olmak önemlidir. Günümüz dünyası tüketmeyi farz kılıyor, başka şans vermemekle
birlikte seni para döngüsünde içine çekiyor ve bunu kabul etmeni sağlıyor, bu
benim görüşümdür ve pek çok gerçekle derlenmiştir. Gerçekçi olmak bu noktada
insanı güncel hayat ile dengede tutmaya yeterlidir. Hepimiz madde olan
bedenimizin ihtiyaçlarını bir şekilde karşılamanın peşindeyiz, nasıl yaptığımız
hangi yolu tercih ettiğimiz tüm yolu belirlemekle birlikte hormonlarımıza kadar
ulaşıyor. Hormonlarımızın karar mekanizmamızdaki kaynak güç.
Kendi hikayemden bir örnek paylaşmak isterim. Bu konuda
döngülerimin en güzelidir. Evlenmenin ve akabinde babamı kaybetmenin denge
kaybını yaşadım. Aynı zaman diliminde para da çekip gitmişti hayatımdan ve zor
günleri yaşatıyor, eril-dişil denge konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyordum. Bu
olaylar zincirinde hormonlarım gelişi güzel salgılanıyor, organlarım anlamsız
sesler çıkartıyordu. Zihnim bulanık, karar mekanizmam dişil hâkimiyetindeydi. Bu
süreçte insani koşullarımı söylemem gerekir; beslenme tamamen düzensiz ve
glüten ağırlıklı, sabah simit, akşam makarna ve tarhana şeklinde. Arada hazır
yemek olmazsa olmaz. Şükür ki, nefes konusunda Hızır Hocam Seçkin Çelebi eğitim
açmış ve beni çok büyük bir huzura kavuşturmuştu, ancak öğrendiklerimi
sindirmek ve kendimde uygulamak konusunda henüz doğru zamanda değildim,
çabalarım dünyevi konularla blokaja uğruyor, hormonlarımın beslenmemden ve
tükettiklerimden kaynaklı neler yaşadığını fark edemiyordum. Gün geldi,
rehberim bildiğim iki kişiden de, dengene ve merkezine dön, varoluş ve
gerçekliği dengede tut, dışarı verdiklerini almayla dengele… Uyanmıştım kendi
girdabımdan. Zihnimi nasıl zehirlediğimi fark ettiğimde, kendi ritüellerimle,
çok çalışmakla, dinlenmekle, özgüvenimi beslemekle, simit yemenin keyif
olduğunu hatırlamakla, sağlıklı ve güçlü bir beden, doğru kararlar verebilen
berrak bir zihin ve huzurlu bir ruh olmak yoluna koyuldum, kendime döndüm. Bu
benim hikayemin bir parçası. Düştüğü zaman bir avuç toprakla kalkmanın hikayesi
bana göre. Düştüm, düştüğüm yerden kafamı kaldırdığımda elimde kendime gelmiş
bir ben vardı, düştüğüm yerden tıpkı bebekken yaptığım gibi halime gülerek
kalktım ve sahip olduğum en güzel şeye, kendime geldim, eninde sonunda teksin
ve yine ‘bir’ olacaksın. Bu nedenle kendine çok iyi bakmalısın; hem özüne hem
de varlığına.
Hataların da senin, doğrularında... her şeyi kontrol edemeyiz. Kendimizi bazen rahat bırakmalıyız. Elbette ne zaman bırakacağımızı bilerek. Dengede ve merkezinde kalmaya çalıştığımız kadar, 2009 yapımı "Liberte Korkoro" filmi gelir hep aklıma... baskılanan özgür ruh, kendini bulduğu ilk anda, özgürlük için tüm çığlıklarını atar.
gke.
Yorumlar
Yorum Gönder