"Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle.
Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğüne değil,
Kaç kere yeniden küllerinin arasından doğrulup,
Yeni bir gül olduğunu hatırla."
Mevlana
Bu yazı biraz kendi hikayemden ve an içerisinde Phoneix takım yıldızına karşı oluşumdan ilham alıyor. Bugün tam da ihtiyacım olan rehber bilgi yine karşıma geldi, hem de mitolojisine hayran olduğum Anka bir diğer adıyla Simurg ve Mevlana üzerinden...
Bahsetmek istediğim konu duygusal çöküntüler ve oradan çıkmak üzerine. Gün olur ki insan duyguların yerle bir olduğu, kendini çaresiz, kimsesiz ve hatta ölse kurtulacakmış gibi seviyelerde depresyonda bulur. Hepimiz bu gibi endişe, kaygı ve korku içeren anlardan kaçar ya da korkarız. Oysa ki hayat gerçeklerinde bu da var ve insan bu durumlardan bir avuç toprakla yeniden ayağa kalkabilir, yaşadığından daha güçlü ayağa kalkabilir. Nitekim bu seviyeye gelmek sabır, zaman ve bilinç gerektirir.
Hayatta iyi günler olduğu kadar kötü günler de vardır. Bu basit bilgiyi sözde söylemek kolay olsa da yaşarken insana bitmeyecekmiş duygusu verir. Gün gelip ateş köze döndüğünde, ardından közler soğuduğunda kalan küllere bakar ve "vay be" der insan. Mevlana'nın yazının başında paylaştığım sözleri gibi, kim bilir kaç kez yeniden doğduk küllerimizden, ancak içinden çıktığımızda görebiliyoruz gerçeği ve olan biteni. Ve hatırlamak lazım, kaldıramayacağı yükü vermez kimseye...
Bu konu üstüne çok fazla motive edici veri var elimde. Bir diğeri de "Bu da geçer!" deyişli kralın hikayesi. İyi gün kadar kötü gün de geçicidir. Aslında saniyeler sonra etkisi geçen bir duygu için geride kalan tüm hisler kortekste açık kalan ampüllerden ibarettir. Duyguyu devamlı kılan beynimizdeki ona bağlı diğer nöronların aktif hale gelmesiyle alakalı diyebiliriz. Ne yani, hemen geçiyor mu? Evet aslında hemen geçebilecek bir an'dan ibarettir pek çok şey gibi.
Her ne yaşıyorsak yaşayalım mesele olanı kabul edip, teslim olup, elimizde kalanlara bir göz atıp, yola devam etmektir. Tıpkı bisiklet sürerken düşen bir çocuk gibi kalkıp yeniden o bisiklete binmek mesele.
Kişisel not olduğu için rahatlıkla yazıyorum. Bir süredir göğsüme ve sırtıma yüklendiğim pek çok duygusal mevzu ile başa çıkıyordum. Şükür ki şu satırları yazarken kalan sadece çözüm bekleyen askıda işler. Yere düştüm ve kalkarken bir avuç toprakla ayaklandım diyebilirim. İnsan sadece okuduklarıyla değil bazen yaşadıklarıyla da kişisel gelişimini sağlayabiliyor.
Anka kuşu yanar dönerli haliyle ölümsüzlük (aslında yeniden doğmak) sembolü olduğu kadar şifa veren yanıyla da bilinir. Kendine şifa vermek işin temelinde yatıyor. Bir düşünün, küçükken düştüğünüzde yaranızın üstüne antiseptik dışında bir şey sürmenize gerek yoktur, yara zamanla kendiliğinden iyileşir. Bu bir süreçtir, önce serum üretir yara ardından kabuk bağlar ve deri kendi kendine yenilenirken kabuk bir süre sonra düşer ve bir bakmışsınız hepsi geçmiş. Kendi kendine şifa verebilen bir yapınız olduğunu bilin.
Anka, Mevlana ve niceleri kulağımızda küpe olsun. Her ne yaşıyorsanız geçecek, geçtiği gün yeniden kalkmak ve yola devam etmek için tek ihtiyacınız olansa kendiniz. Birinin el uzatmasını istiyorsanız da bunu dile getirmelisiniz. Aksi takdirde yardıma ihtiyacınızın olduğunu kimse bilemez. Siz yine de kendinize el uzatmayı öncelik alın ve göreceksiniz ki daha önce defalarca düştünüz, kalktınız ve yola devam ettiniz. Hayat bu, güzel olan iyi-kötü yanıyla devam ediyor olması... bittiğinde zaten en ufak bir fikriniz dahi olmayacak. True story!
gk.
Yorumlar
Yorum Gönder